Bir adamın sevgilisi kahve tutkunuymuş. Kahveye bayılırmış. Kahve hakkında araştırma yapar, çeşitlerini inceler, kahveyle ilgili yazılan tüm yazıları okurmuş. Adam gazetede bir ilan görmüş, kahve sergisi açılacakmış. Sevgilisine hoşlanacağı bir hediye almak için sergiye gitmeye karar vermiş.
Sergi alanında ilk önce kahve hakkında yapılan konuşmaları dinlemiş. Çok kalabalıkmış. Anlaşılan tek kahve tutkunu sevgilisi değilmiş. Çok güzel bir fincan takımı almış hediye olarak. Sergi çıkışında bir anı defteri varmış. Adam sadece hediye almak için gelmesine rağmen çok hoşuna gitmiş ve sergi ile ilgili fikirlerini anı defterine yazmak istemiş. İlk önce sayfaları karıştırıp, yazılanların bazılarını okumuş. İçlerinden bir tanesinin el yazısı dikkatini çekmiş, çok güzelmiş, okumaya başlamış. O kadar güzel ifade etmiş ki yazan kişi duygularını, sanki yazılanlar kahve hakkında değil de özel bir kişiye yazılmış bir mektup gibiymiş. Yazılanlardan çok etkilenmiş ve okumaya devam etmiş. Üç sayfanın sonuna gelip yazı bittiğinde imza kısmında sevgilisinin adını görmüş. Yazıyı yazan, adamın sevgilisiymiş. Çok şaşırmış. Böyle güzel bir yazıyı sevgilisinin yazması gururunu okşamış ama adamın içi acımış. Yıllardır birlikte olduğu sevgilisinin el yazısını tanıyamamanın utancı kaplamış içini. Düşündüğünde yıllardır sevgilisinin ona tek satır yazı yazmadığını farketmiş. Kahve üzerine yazılan bu kadar içten, bu kadar samimi üç sayfa yazı bir farkediş anıymış. Bütün geç kalmış farkediş anları gibi acıymış. Çok eskiden duyduğum bir hikaydi bu, hatırladığım kadarıyla yazmaya çalıştım. Ekledim çıkardım. Hafızamla oynadım.
Ve şimdi düşündüğümde;
Kaç kişi beni el yazımdan tanıyabilir diye saymaya başlıyorum, bir, iki, üç,... ama çok fazla uzamıyor sayılar.
Yazılan nota bakıp bunu .... yazmış dediğim kişi sayısı ise daha az.
İlla ki mektup yazmaktan bahsetmiyorum. “Teknoloji çıktı mertlik bozuldu” diyecek kadar da yaşlanmadım henüz. Mail, messenger, cep telefonu mesajlarını en yoğun kullanan kişilerin başında geliyorum. Hatta bazen yazı yazmam gerektiğinde ben bile yazımın değişmiş olduğunu görüyorum. Ama gerçekten hikayedeki adam gibi birgün en yakınınızdaki bir kişinin yazısını görüp de tanıyamadığınızda yaşayacağınız yabancılık duygusunun çok tuhaf bir şey olabileceğini biliyorum.
Bu da benim bir anım; bir arkadaşımın kahve tutkunu bir sevgilisi varmış. Arkadaşım kahve yapıp bu kahveyi küçük bir kovaya dökmüş. Parşömen kağıdını eliyle buruşturup yaptığı kahvenin içine koymuş. Bir müddet bekletmiş. Sonra kağıdı çıkartıp kurutmuş. Kahve kokulu ve kahve rengi bir kağıt olmuş. Kağıt kuruyunca, kağıda çok güzel bir mektup yazıp sevgilisine vermiş. Sizce bundan daha güzel bir hediye olabilir mi? Özellikle de bir kahve tutkununa.
Kahve tadında güzel günler dilerim...
Selma Sezer